25 Şubat 2012 Cumartesi

Hariçten Gazel : Yine,yeni, yeniden


- Yaklaşık bir sene önce kısa süreli vedalaştığım okurlarıma, yeniden kavuşmanın verdiği özlemle, tekrar merhaba.

- Kısa süreli bile olsa yazmayı bırakmak, daha doğrusu yazamamak, inanılmaz derecede can sıkıcı bir süreçti ama bir süredir takımdan ayrı düz koşularla eski formuma geri dönmeye çalışıyorum, gerçi anneannemin yazdığım şiirleri okuduktan sonra verdiği “ne biçim şiir bu böyle, hiçbir şey anlaşılmıyor” tepkisi alışma sürecime ket vursa da, “zeki ama şiirleri hiçbir halta benzemeyen çocuk” imajını yıkmak için elimden geleni ardıma koymayarak, hem akıllı, hem uslu, hem de yazdıkları/çizdikleri “anlaşılabilen” bir adam olacağım, şahitsiniz.


- Hazır “anlaşılmaz şiir” konusuna değinmişken aklımı kurcalayan bir konuyu sizlerle paylaşmak istiyorum. Bu konuyu yazının giriş bölümünde dillendirmek istemedim zira ortalık bir rahatlasın, yazıdan çoktan vazgeçenler, ben bu satırları yazarken çoktan gitmiş olacak olanlar da bizi baş başa bıraksın istedim. Örneğin anneannem sırf hatırım için yazıyı okumaya başladıysa bile çoktan bırakmış ve atv’yi açmıştır, hatta sıklıkla izlediği izdivaç programının kombine biletlilerinden biri çoktan talibini bulmuştur diye tahmin ediyorum. İklim değişmese de, bi’ Akdeniz olmasa da, o şanslı kişi talibine kavuşmuştur bence.

- Bahsedeceğimi müjdeleyip hala daha bahsedemediğim konuya gelince.. Acaba diyorum, bir Cemal Süreya, efendime söyleyeyim bir Edip Cansever, -edebiyatla da sınırlandırmayıp işe sanat perspektifinden bakarsak eğer- bir David Lynch, eserlerini anneannelerine/babaannelerine gösterdiklerinde nasıl bir geri dönüş alıyorlardı? İşte bu konu tam anlamıyla bir muallak.. “Dam üstünde saksağan, vur beline kazmayı!..” örneklemesini anneannemden sadece ben mi işitiyorum yoksa onlar da benzer atasözlerini vaktinde işittiler mi? Örneğin, Ülkü Tamer’in büyükleri “kendini asmış yüz kiloluk bir zenci” dizesini okurken benim anneannem gibi inceden sırıtmışlar mıdır? Yoksa “bu çocukta kurmay kafası var ama şiirlerinden hiçbir şey anlaşılmıyor” diyerek net bir tavır mı takınmışlardır?.. Uzun lafın kısası, keşke her anneanne/babaanne Barış Manço’nun kliplerindeki gibi olsa. (bkz. “Süper Babaanne”)


- İtiraf ediyorum, bende “sarı yahut pembe puntolu film logosu” alerjisi var. Ne zaman bir sinemada yahut billboard’da pembe yahut sarı puntolu film afişi görsem, o filmi izlememeye yemin ediyorum. Bu afişlerde genellikle üç dört oyuncunun kafaları yanyana dizilmiş oluyor. Sağ baştan sayarsak eğer :

1) Başrol olamamış ama izleyicinin “adam gibi adam” yakıştırmasında bulunacağı tip.
2) Esas oğlan ve “esaslaşamamış adam”ın arasında bir türlü tercih yapamayan, filmin “esas kadın”ı. (Güzel ve alımlıdır, muhtemel ihtimal aşkı tesadüflerde arıyordur ve boş zamanlarında yeşil fincanından kahve içiyordur.)
3) “Esas oğlan”.. Duygusal, bir o kadar zengin ve mütevazi, bazı seyircilere “her zengin böyle olsa” dedirttirecek mağrur adam. Böyle dediğime bakmayın, muhtemelen filmin son yirmi dakikasında “esas kadın”la hedeflediği birlikteliği sağlayacaktır.
4) Filmin düşündürmese de güldüren “komik” tipi ki genelde kel ve gömlekli oluyorlar. Rolleri gereği, -filmi izlerken gözyaşlarına hakim olmayan bayanların eşleri de filmden sıkılmasın diye- yüksek oranda güldürüyorlar.

- Bir de baktım ne göreyim, pembe ve sarının yanına açık maviyi eklemeyi unutmuşum. Unutulmamalıdır ki, bir afişte filmin adı açık mavi puntolarla yazılmışsa, o film sarı ve pembe puntolu hemcinslerinden daha da tehlikeli olabilir.

- Bu haftalık da bu kadar olsun, az ve öz olsun.. Yine yeni yazılarla haftaya görüşmek üzere, saygılar, sevgiler..

6 Şubat 2011 Pazar

Bavul -(1)



"Şşşşt!" dedi biri. Saat 04:35, ve saat dört buçuğu beş gece kimsenin "şşşşt" demeyeceği, böyle bir niyeti olsa dahi diyemeyeceği bir coğrafyada yaşıyorum ben. Yan odada anneannem uyuyor ancak o seslenmiş olamaz, zira kendisinin iki büyük çılgınlığı vardır ve sabahın beşinde seslenmek bu çılgınlıklara dahil değildir. Bu "çılgınlık"lardan biri yatmadan önce yanına limonlu su almasıdır – limonlu su harareti alır-, diğeri ise yastığının yanıbaşında TRT FM'den şaşmayan radyosu olmadan uyuyamamasıdır. Anneanne ihtimali ortadan kalktığı an sesin bilgisayardan çıktığını düşündüm, ancak simge durumundaki programlara baktığımda hiçbirinden "şşşt" sesini alamayacağımı fark ettim çünkü Facebook'un "şşşt"lediğine henüz tanık olmadım. Microsoft Word'ün "şşt"lemeyeceği de apaçık, "e kim şşşt dedi o zaman?" diye düşünürken, bir "şşşt" daha geldi. Böylesi esrarengiz durumlara maruz kalan kişiler, verdikleri tepkilere göre ikiye ayrılırlar : "Enemy at The Gates"'i izledikten sonra "Hacı her durumda temkinli olmak lazım, yavaş nefes al ve objelere yoğunlaş." cümlesini yaşam felsefesi haline getirenler ve diğerleri. "Enemy at The Gates" i izlemiş biri olarak olaya temkinli yaklaştım ve "şşşt" çağrısına yanıt vermedim.


"Hey dostum, bileklerindeki feodal prangalardan sıkılmadın mı ha?"

Tatil nedeniyle yanıma aldığım ve her tatilde otogardan evime kadar taşımak zorunda olduğum bavulumun bu doğaüstü yeteneği beni şaşırttı şaşırtmasına, ancak sohbeti güzeldi. Aynen aktarıyorum :

Dostum sana diyorum hey, sıkılmadın mı ha?

"feodal prangalar".. Bir bavula göre iddialı cümleler bunlar, insanoğlunun bile geldiği son aşama "düşsel avuntular" iken, sen bu raddeye nasıl gelebildin? Hadi onu da geçtim, "dublaj jargonu"na ne ara alıştın?

Hey hey hey hey !.. Yapma dostum, normal bir bavul olamazdım, anlasana. Düşün adamım, sadece düşün. Hayallerini düşün, planların.. Hepsi uçup gittiler. Bunlara birer birer tanıklık ettim ve sen, sen hayallerine uzanmak yerine otoriteye boyun eğen adi bir budalanın tekisin.

Budala ha? Sen, sen kafeinin yan etkisinden başka bir şey değilsin, bir bavulsun, ve bu bavul halinle kalkmış bana hayallerimden bahsediyorsun, sen, otogar ve ev arası mesafeden başka hiçbirşeye tanıklık etmemiş olan mavibir bavulsun ve ..

Hey hey hey dostum.. Lütfen biraz beni dinle ve sözlerime kulak ver. Biliyorum, lanet olası bir bavulum tamam mı. Ama şunu aklından çıkarma. Dostum, benimle konuşurken gözlerimin içine bakar mısın lütfen?

Çok özür dilerim ancak, hangi göz?

Tamam itiraf etmeliyim ki bu ara çok flim izledin ve onların etkisinde kaldım. Portman da neydi ne oldu be, hele pencereden sokağa ateş etmesi, hatunu görm...

Lafı değiştirme, hayaller demiştin, 4 ay önce alınan bir bavulun sahibinin hayallerini bilmesi,ilginç.

Bavul değil, Jimi de bana.

Mavi bir bavula da Jimi ismi pek gitmemiş, sırıtıyor. Neyse Jimi, hikayeni anlat bana.
Dostum, izlediğin her filmi izledim ve ettiğin her muhabbete tanıklık ettim. Bunun için sana şükranlarımı sunmalıyım. Beni büyük gardrobun üstüne dik bir şekilde koymasaydın, belki de bütün bunlar olmayacaktı ve ben senin yaşam koçun olamayacaktım dostum! İncir de iyiymiş ha, yine alalım dönerken.

Alalım mı? Bir dakika, durum değerlendirmesi yapmalıyım. Yaşadıklarıma tanıklık ettiği için bana şükranlarını sunan bir bavul, ismi de Jimi. "8 Mile" filminden fırlamış bir diksiyonla, hayallerimin peşinden gitmediğimi iddia ediyor. İncir seviyor, ve Nathalie Portman'dan söz ediyor. Bir daha kahve içmemeliyim, evet evet, ya da içmeliyim ama BİM'den almamalıyım, kafeinin gözünü çıkartmışlar.

Mississippi ?

Mississippi mi? Bu kadarı da fazla ama.

Evet adamım, Mississippi. 74 model Chevrolet ile kimseye haber vermeden Mississippi'ye kaçmayı düşündüğünü, Lennon'ın veliahtı olduğuna inandığını ve bunu tüm dünyaya açıklamak konusunda Hasan Mezarcı'dan bile daha cesur davranabileceğini, Beatles'ın hiçbir üyesine benzemediğin için duyduğun utancı, kısacası hakkındaki herşeyi biliyorum.

Vuh! Bu kadar şeyi ne ara öğrendin peki?

Sen anlattın dostum, ben sadece kulak misafiriydim. Muddy Waters ile Gary Moore'u kıyaslaman ise tam bir aptallıktı. Dikkat et kahven dökülecek!! Oh.. Neden adamım? Neden hayallerini erteledin? Kaçacaktık buralardan, bu lanet olası sistemde nefes alamamak, çırpındıkça batmak ve sonunda sistemin çarkının dişlilerinden biri olmak.. Görüyor musun dostum, gelecek lanet olası gerçeklere gebe.

"Gebe", o da güzel. "gebe" diyebilen bir bavulum var, adı da Jimi.

"İnsan" demişti Waters, "insan ya açsa, ya da aşıksa blues yapar". "A Hard Day's Night" dinlerken hayaller kuran, ve bu hayallere bakanlıklar yerine kaldırım taşlarını dahil eden ben değildim dostum!.. Hey, görmüyor musun gökyüzünü?

Haddim değil ama, sen gördün mü?

Görmedim ama hissedebiliyorum dostum, "lucy in the sky with diamonds", "müziklerim" klasöründe.

Bilgisayarımdaki klasörü görebilen bir bavul gökyüzünü de görebilmeli bence?

Unutma dostum, her sohbetine tanık olmuş bir bavulum ben.


(devamı haftaya..)

Bavul -(2)


(kaldığı yerden devam)

- İddialı, güzel cümleler bunlar. E tabi, konuşabilen bir bavuldan “Canım hepsine tanıklık edemedim, sadece odadaki muhabbetlere kulak misafiri oldum.” gibisinden mütevazi bi’ cümle beklenmez. Ama şunu da inkar edemem. Konuşabilen bir bavul olsam, adım da Jimi olsa ben de sallardım. Nihayetinde konuşabiliyorum, bir yaşam felsefem var ve sahibimin bileklerindeki feodal prangalardan hiç haz etmiyorum.. Sanal bebek bile senden daha mert Jimi, üzülerek söylüyorum. En azından altına pisleyince haber veriyor, insanlar gibi kendisinin de altına pisleyebileceğinin ve bu ihtiyacının farkında, pisliyor ! Hem konuşabilen bir bavulun görevi sahibinin bilgisayarındaki “müziklerim” klasörü olmamalı. Kurgun niteliksiz. Edremit’ten alınan ve üstüne üstlük “indirimli” olduğu için alınan bir bavulun ilgi alanı sahibinin Mississippi hayali olmamalıdır, onu da geçtim sende “Jimi” tipi yok. Ne bileyim, sonuçta Edremit’ten “indirimli” olduğu için alınan, iktisadi bazda değerlendirildiğinde bütçeyi sarsmayacak basit bir bavulsun Jimi. Senin feodal prangalardan ziyade, “Susurluk dinlenme tesisleri”nden bahsetmen gerekiyor, onu da geçtim üzerinde şifre var Jimi. Şifreyi unuttuğum anlarda bana şifreyi söylesen görevini tamamlamış olursun. Ve sana bir öğüt, insanlar – senin anlayacağın dilde bavul sahipleri- bulundukları ve bavullarını getirdikleri mekanlar haricinde de konuşurlar, anlarsın dostum, sosyal varlıklar !..

- Adamım, şimdi yüzündeki tebessümü yavaşça masaya bırak ve beni dinle. Tamam, bavulum. Mutlu olduysan bunu defalarca kez tekrar edebilirim, evet bavulum tamam mı, ha? Mutlu oldun mu dostum? Seni gidi küçük adam, tatil dönüşü 3. gözümde unuttuğun fındıklar kadar küçüksün ve sana küçük bir hatırlatma, kabuklarını kıramadığın taktirde asla mutlu olamayacaksın !.. Ahbap, örneklemelerde sorun yaşıyorum ama bozuntuya verme. Yemiş literatürümün sadece incir ve üzümden, kitap dağarcığımın ise sadece birkaç kitaptan oluştuğunu biliyorsundur umarım. İncir ! Evet, incir olmayı denemelisin. Fındık gibi sert ve ulaşılmaz olmaktansa incir gibi fit olup ateşli piliçlerin peşinden koşturmayı kim istemez ki ? Düşünsene dostum. Hem fındıklara hiçbir dişi bakmaz adamım, ama herkes incirin peşinden koşar ve incirler piliçleri kapar dostum, sen de bunu yap!..



- Sanırım olayı çözmeye başlıyorum Jimi. Üzüm ve incir haricinde, hangi gözünde hangi eşyalarımı unuttum?

- Uuu ! Olay çözüyoruz, hem de heyecanlı. Tamam ortak, ama baştan anlaşalım Mr. Holmes ben olmalıyım. Çünkü ben cesur ve yetenekliyim. Sense Dr.Watson olmalısın, tutuk, ve geri planda.

- Jimi kes şunu !

- Tamam o zaman, Watson ben olayım?

- Jimi, arka balkonda eskimiş valizler duruyor ve yolunu gözlüyorlar. Hem seversin, çok sıcakkanlılar ?

- Tamam dostum, ben köpek olayım sen Holmes ol ?

- Jimi sus !.. Şimdi, çözmemiz gereken bir mesele var. İncir ve fındık haricinde, başka nelere sahipsin?

- Sana ait iki kitap, yine sana ait bir günlük, bir gazete ve yine sana ait bir poster.

- Haha! Kitaplardan birisi Sherlock Holmes olmalı?

- 12’den Holmes !.. Devam edelim, çok heyecanlı.

- Poster Jimi Hendrix’e ait?

- Foxey.. Aynen öyle!. Dostum, kıvranma da söyle hadi şu gizemli formülü !...

- Yani bavuluma Das Capital koysaydım eğer, Marx’ın veliahtı olacaktım öyle mi? Hey Jimi !..

- Dostum sen sormadan ben cevaplayayım, diğer bavullar konuşuyor mu konuşmuyor mu hiçbir fikrim yok, şu lanet olası “Lost Room” dizisinin etkisinden çıkmanı rica ediyorum artık, kaç gün oldu…

(Jimi’nin aksanından ve verdiği örneklerden anlamıştım ki, odaya yerleşmeden evvel içinde unuttuğum kitaplarımı kelimesi kelimesine öğrendiği yetmiyormuş gibi, aynı zamanda günlüğümü de içinde barındırdığı için bütün bunları yorumlayabilme yetisini kazanmıştı. Eşyalarımdan dolayı bir erkek gibi davranıyordu. Yani Jimi, içinde unutulan her nesneyi herşeyiyle çözümleyebiliyor ve bu nesneler sayesinde bir kimliğe bürünüyordu. Peki konuşabilme yeteneği? Orası tam bir muammaydı.)
- Jimi, fermuarını açmak zorundayım. Ama lütfen bunu tecavüz olarak algılama olur mu? Çünkü sahipler valizlerinin fermuarını açarlar ve ..

- Hey, o da ne?

- Bir kitap , Jimi. Koyacak bir yer bulamadım, eh bavul idealdir.

- 3. gözümde fındık var, 4. gözüm müsait yalnız açarken dikkat et fermuar meme yapmış, açılırken zorluk yaratıyor. Peki ya bu, hangi kitap?

( Deney yapacaktım. Sherlock Holmes’ten , okuduğu diğer kitaptan, günlüğümden ve sayemde izlemiş olduğu bütün filmlerden sonra bu kitabı da okuyunca düşüncelerinde ne gibi değişiklikler olacaktı?.. Ah Jimi, keşke bütün bunlar hiç yaşanmasaydı..)

- İlgini çekeceğine eminim Jimi.. Kitabın adı “ Kariyerim ve Geleceğim”..

(devamı haftaya)

30 Ekim 2010 Cumartesi

Bir Delinin Not Defterinden..


-Sosyal fobim nedeniyle, ince bir tebessümle : Ehe, ehe.

-Kurban bayramı yaklaşıyor ve bu süreç beni tedirgin ediyor, sürekli birşeyler yediriyorlar bana sebebini anlayamadığım bir şekilde, "iyisin iyi" diyorlar ve karnıma vuruyorlar, sanırım tez zamanda keçi sakalımı kesmem gerekiyor benim. Aksi taktirde çok kötü şeyler olacak hissediyorum bunu, kesiverecekler beni. Hayır yani anneannemin bakışları çok fena. Öyle bir bakıyor ki bana, " bayramda seni kessek de sıkı bir kavurma yapsak, elliüçte birini de komşulara dağıtırız, islami usüllere göre paylaştırırız seni" dermişçesine. Kanım donuyor, odam kireç tutmuyor. Ama şu da bir gerçek, beni kestikleri taktirde düşüncelerimi öldüremeyecekler. Tüm proleter keçiler, tez zamanda birleşin!..



-Bunun yanı sıra mid term de yaklaşıyor (liseli arkadaşlarıma araştırma konusu : mid term) ve ben kendi içimde savaş halindeyim. Resmi kayıtlara göre ikiye bölünmüş durumdayım. Biri diyor ki "çalış çalışmayana ekmek vermiyorlar, çok sıkıntı çekersin, gün gelir ne anan yardım eder ne de bacın", diğeri "çalışılır başkan" diyor, "elbet çalışılır. Ancak her zaman göremezsin uçuşunu bir kelebeğin, ya da bir çocuğun su içişini hayrattan.. Gün gelir ayrılmak durumunda kalırsın vatanından da yaşamayamazsın bu güzelim Anadolu'yu.." Bu iki " bölük" beni fazlasıyla sinir ediyor, özellikle 1. bölüğe fazlasıyla gıcık oluyorum. 2.si daha samimi bir izlenim yaratsa da, emin olabilirsiniz o da en az 1.si kadar içten pazarlıkçı, ikisine de güven olmaz.

-Bu arada, beni sinir eden ve çığrımdan çıkmama neden olan bir başka şey de sigarayı yakabilmek için yoldan geçen birinden çakmak isterken minimum 2 kez teşekkür etmek zounda kalmak. Evet bu gerçekten can sıkıcı bir durum. Bakınız, durum 3 aşamadan ibaret,

1-) "serim" aşaması

Bu aşama en can sıkıcı aşama olarak kayıtlara geçmiştir. Bu aşamada yapmanız gereken şey, yoldan geçen birini durdurmak ve o can alıcı soruyu sormak:

" Pardon, ateşiniz var mı acaba?"

Soruyu sorduktan sonra alacağınız "tabii" cevabı fazlasıyla risklidir, çünkü karşı taraf ateşten kastımızın "çakmak" veya "kibrit" olduğunu anlamamış olabilir. Zira "Ateşiniz var mı" ilginç bir sorudur, çünkü "ateş" muallakta kalmış bir sözcüktür. "Ateş" konusunda gerekli bilgi için, (bkz: ODTÜ 8. yurt). Ancak toplumun ahlaki yapısı, karşı tarafı "çakmak/kibrit" olarak anlamaya sevkeder, çünkü Türkiye, "Ateşiniz var mı?" sorusuna "Var anam, yanıyorum!.." cevabını kolay kolay verebileceğiniz bir ülke değildir. Gelen cevabın "tabii, buyrun" olduğunu varsayıyoruz ve bu noktada 1. teşekkürü bir borç biliyoruz.

1.TEŞEKKÜR...

2-) "düğüm" aşaması

Bu aşamada direkt çakmak/kibrit uzatılırsa kolaylıkla sigaranızı yakabilirsiniz. Ancak "düğüm" aşaması bu kadar kolay tamamlanmıyor. Karşı tarafın uzatacabileceği çakmağı veya kibriti yoksa, ( Şu da bir kuraldır: şayet karşı taraf sigara içiyorsa ve uzatacak yakıcı maddesi yoksa, muhtemelen kendisi de beş-altı dakika önce sizin yaşadıklarınızı yaşamıştır) sigaranızı yakabilmeniz için son çare olarak kendi sigarasını uzatır. İşte bu aşama fazlasıyla risklidir. Siz iki büklüm bir şekilde sigaranızı yakmaya çalışırken, karşı taraf sizi sinsi sinsi izlemektedir. "Bir an önce yakayım da ortamı hemencecik terkedeyim" psikolojisiyle sigaranızdan saniyede 49 kez hava çekersiniz.. Sonuçta o sigara yanar ve eliniz mahkum bir kere daha teşekkür etmek zounda kalırsınız..

2.TEŞEKKÜR

3-) "çözüm" aşaması
" Ercüment başka sigaramız kaldı mı abi?"
" Yok abi, bu sonuncuydu."
" Yavaş çek o zaman eşşoğlueşşek!.."

-Tansu Çiller'i görür gibi oldum demin odanın içerisinde, ("demin" kelimesini cümle içerisinde kullanıyorum : çay demini almış olmalı) iki dolandı etti, yürüdü falan, sonra birden ortadan kayboldu. Halisülasyon olmalı, gerçek olamaz. Zira anneannem Tansu Çiller'i eve almaz. Neymiş sevgili Çiller, ha-li-sü-las-yon!..

-Münazarayı münakaşaya tercih eden birisi olduğumdan, evde ekmek varsa bile pasta yiyorum ben. Elektrik tasarrufu da çok önemli, bu sebepten ötürü sık sık Ekşi Sözlük'e göz atarım. Lütfen siz de böyle yapın ki akdeniz foklarının soyu tükenmesin.

-Son olarak şunu eklemek istiyorum, Lady D'arbanville'i sokakta görsem,anında "aha my Lady D'arbanville lan!" diye bağırırım ben, sahiplenirim, istemsiz iyelik ekleri beni ben yapar..Doğaya aşığım ben,saygılar.

-Fin.

11 Eylül 2010 Cumartesi

BİR MİLYON KALEM: Siyasi Melankoliler..

BİR MİLYON KALEM: Siyasi Melankoliler..: "- Selam olsun, good morning Vietnam.. - Kendimi tutamayacağım artık. Fazlasıyla üzülüyorum ben, aksi taktirde birilerinin canı yanacak ç..."

12 Haziran 2010 Cumartesi

Ayvalık Anadolu Lisesi, 12. Sınıf Öğrenci Profilleri..




- "Bi' kere sistem yanlış hacı"cılar: Türk eğitim sistemi en nitelikli
şekilde değiştirilsin, sınavsız geçiş cart curt hepsi devreye sokulsun bu adam yine de mutlu olmaz. Bahsettiği "sistem" meçhuldür, kimse bilmez. Okulun anarşist adamıdır, hiçbir sınav/mükaafat onu mutlu etmez.
- Hacı sistem yanlış.
- Tabi abi, bu kadar adam.
( Ha sistemin boku çıkmıştır, o ayrı mesele.)

- "En güzeli lise 3'tü" tayfası: Bu adamlar lise 3'ü totemleştirmiştir. Hayatlarının en güzel dönemlerini lise 3'te yaşadıklarını iddia ederler. Halbuki arkadaşları bilir, adam lise 3'te de aynıdır. "Eskiye dönüş" felsefesinin lise bazındaki temsilcileridirler.
- En güzeli lise 3'tü abi, ne ders vardı ne bişey.
- Tabi abi, lise 3 kraldı.

- "Tabi abi"ciler: Ne söylenirse söylensin, her düşünceyi onaylarlar. Rahattırlar, son dönemde bu popülasyon artmaktadır. Onlar gönül dostudur. Zor gün adamıdırlar. Vefakar karakterlerinin yanı sıra, kafalarında henüz bir tercih listesi oluşmamıştır.

- "Amanın daha lise 2 matematiği bitmedi!" : Bu adam yalan söyler. Lise 2 matematiği çoktan bitmiştir. Ki şahsi düşüncem, bunu söylediği arkadaşı daha hiçbir dönemin matematiğini bitirmemiştir. Muhtemelen o da "Tabi abi"cidir, muhabbeti güzeldir. "Amanın daha lise 2 matematiği bitmedi!"ciler, sınavın son gecesi dahi çalışırlar. Onlara akıl sır ermez, eşyanın tabiatına aykırıdırlar.

- " Uruguay maçı kaç kaç bitti"ciler: Sınava her zaman girilir, ancak dünya kupası 4 yılda bir olur mantığıyla, sınavı pek kaale almazlar. İlk yarıya 1 verirler,formalite işleri severler.

- " Carpe diem" yalanının kurbanları : O an ya test çözülecektir ya da boş işlerle uğraşılacaktır, "Carpe diem" yalanı gönül rahatlatır ve boş işlere verirler kendilerini. "Bu günler bir daha gelmeyecek" sözünü sıkça kullanırlar. Onların gözünde her bireyin gençlik dönemi "Kavak Yelleri" tadında geçmelidir, ve bu uğurda canları pahasına savaşırlar. "Bir daha bu gençklik gelmeyecek" zihniyetindeki arkadaşımız mutludur, keyfine bakar.

- " İngiliz edebiyatı mı Fransız edebiyatı mı?" kafası: Henüz böylesini görmedim.

8 Mayıs 2010 Cumartesi

Basından ideolojik güzellemeler..

Türk basınında İzlanda’da gerçekleşen doğal afet üzerine yapılan yorumlar ve atılan başlıklar:


“ISLAK” YANARDAĞ !..

T.S.K’nın olası darbe planı doğrultusunda “ Eyyafyallayökül ” isimli yanardağa yerleştirdiği bombalar bir ihmal nedeniyle patladı. Birçok antimilitarist/ liberal İzlandalı olay yerinde can verdi. “Eyyafyallayökül”den elde edilecek “ıslak” darbe planları, yazar kadromuz tarafından araştırılacak.



BUNU DA YAPTILAR!

Vatan hainleri, “eyyafyallayökül” isimli yanardağın dış görünüşünün, Ata’mızın elmacık kemiklerine ve surat yapısına çok benzemesi nedeniyle dağı dinamitlerle patlattılar: Başyazarımızın, “Doğal Afet” süsü vermeye çalışan işbirlikçi ve komprador karakterlerlilere ettiği zehir zemberek hakaretler sayfa 3’te.

BİLEMEDİK..

İzlanda’da patlayan “eyyafyallayökül” isimli yanardağ, kim patladıya gitti. Bütün yazar ekibi toplandık, iyiye mi yoralım kötüye mi bilemedik.. Umarız iyi niyetle patlamıştır. Bu patlama dünya barışına ve hedeflediğimiz “sosyokapital” dünyaya bir mesaj olsun..



HAKİKATEN, KAÇ KİŞİ KALDIK?

AKP’li vekiller, dün İstanbul’da gerçekleştirilen “Türkiye’de kaç sosyal demokrat kaldık acaba? “ isimli mitingi unutturmak ve gündemi değiştirmek için İzlanda’da yanardağ patlattılar. Miting katılımcıları hayret içinde yanardağı düşünürken, fırsattan istifade üç yazarımız gözaltına alındı.


YANARDAĞIN SOPASI YOK!..

İzlanda’lı bayanların hafif meşrep ve münasebetsiz tavırları, İzlanda’da bir kıyamet alametinin gerçekleşmesine sebebiyet verdi. Ağrı Dağı’nın da bir tehdit olduğunu unutmamak gerekiyor.


BULMACA 3 SAYFA..

Doğal afet nedeniyle bugün bulmaca ekimiz 3 sayfa. Yakınlarına başsağlığı diliyoruz. Ateşböceği Ercan çok üzgün.



HABERTÜRK YİNE BİR NUMARA!..

Patlayan yanardağ haberinde dahi kuşe kağıt kullandık!.. Bağlasalar durmayız artık!..


Basından...